9 Haziran 2015 Salı

babam...
blogumu okumayı seviyordun senin için birşeyler yazmak istiyorum ama cümle bile kuramadığımı fark ettim. nasıl başlayacağımı bilemiyorum. hala inanamıyorum ki nasıl olur? nasıl! birgün bunun olabileceğini hiç düşünmemiştim. insan hiç başına gelmez zannediyor. hiç kendine kondurmuyor ama oluyormuş.  sen de gidebiliyormuşsun işte...

sen uzun görevlerdeyken "uçak düştü" diye kaza haberleri gelirdi. sana ulaşana kadar yüreğimiz ağzımızda beklerdik. belki çok yakın kaybettik ama sen hep geri geldin. seni uzun süre görmemelere hep alışıktım evet ama buna nasıl alışırım. nasıl dayanır bu ayrılığa insan. geri dönmeyeceğini bilmek ne kadar zor.



ben ölünce... diye başlayan cümlelerin o kadar uzak  o kadar yabancı gelirdi ki bana hiçbirini dinlememişim bile. biz küçük birer ergenken pazar kahvaltılarımızda bize okuduğun gazete yazıları sonrası "ben ölünce bunları hatırlayın" dediğin geliyor aklıma sadece. o kahvaltılarda bangır bangır açtığın klasik müzikler. klasik müziğin sesiyle tüylerimiz diken diken uyanışımız ve sana bunun için isyan edişimiz. ne kıymetli anılarmış...  bu isyanlarımız sonunda bir gün benim albümlerimden birini açarak benim o dönem kullandığım tüm zincirlerimi pantolonuna, bileklerine, kafana takıp dans ederek odama girişin geliyor gözümün önüne hep. bir de "ben kötü baba mıyım?" diye soruşun. ahh baba ahhh! sen kötü baba olabilir misin hiç?

omuzuna bir dokunuşumuz yeterdi seni mutlu etmeye. hele ki sen istemeden verdiğimiz bir öpücük nasıl havalara uçururdu seni...

Dora gelince bahçede rahat oynasın diye bahçeyi düzenlemişsin. ellerini acıtmasın diye ağaçları budamışsın. dora bahçeyi çok sevdi ağaçlara da rahatça dokundu. ama dedesi hep söylediği gibi elinden tutup kahveye götüremedi özlemle beklediği torununu...



sanki herşey bir rüya. her gece uyanıp rüyaydı diye heyecanlanıyorum ama gerçek olduğunu anlyınca tekrar yıkılıyorum. sanki o çok sevdiğin köşende sigaranı  sarıp rakını içiyorsun.

seni çok seviyorum canım babam
zibidi kızın...